top of page
Sanat ve Daha Fazlası: Blog2
Ara

''Yeni Tip'' Kamusal Sanat

  • Yazarın fotoğrafı: bbilir
    bbilir
  • 28 Eyl 2018
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 25 Eki 2018

Kamusal alanlarda gördüğümüz sanat örneklerinin en erken tarihli uygulamaları 1960’larda karşımıza çıkmaktadır. Bu örnekler genellikle kent meydanlarında, park veya bahçelerde konumlanmış bir takım önemli kişilerin heykelleri ve büstlerinden oluşmaktadır. Yerel yönetimlerin veya bazı resmi mercilerin verdiği kararlar doğrultusunda sanatı herkes için ulaşılabilir kılmak, kentlerin vizyonunu geliştirmek veya çağdaş kent görüntüsü oluşturmak adına yapılan bu düzenlemelerdeki yüzeysellik göze çarpmaktadır.


Crazy horses: Andy Scott’s Kelpies at sunset

Kamusal alana yerleştirilen bu sanat eserleriyle buluşan halk doğrudan sanat eseriyle karşı karşıya bırakılmıştır. Günlük yaşantısı sırasında herhangi bir sanat eseri görmek gibi bir niyeti olmayan bireyler, direkt olarak sanat izleyicisi konumuna getirilmiştir. Yapılan bu düzenlemelerde karar mekanizmalarının, sanatı toplumun her kesimine ulaştırmak, toplumdaki kültürel bilinci arttırmak gibi birtakım amaçlarının var olduğu vurgulansa da ortaya çıkan durumda sanat nesnesiyle izleyici konumuna getirilen halk arasındaki bağ kurulamamış, aksine halkın tepkisini toplamış ve eserler meydanlardan kaldırılmıştır. Eleştirilere maruz kalan ve halk tarafından tepki gören kamusal sanat çalışmaları birtakım tartışmaların doğmasına neden olmuştur. Nitekim bazı örnekler toplumsal tepkiler almış ve bulundukların yerlerden kaldırılmışlardır. Bu durumun en bilinen örneği 1981 yılında Richard Serra’nın Manhattan Federal Public Plaza’ya yaptığı eserdir. 3 metre yükseklikte ve 36 metre uzunluktaki Tilted Arc isimli eser, kamuoyunda çok ses getirmiş ve çeşitli tartışmalara neden olmuştur. Mekânın kullanıcıları tarafından çok kasvetli ve zevksiz bulunmuş, üstelik alanı kullanışsız hale getirdiği düşünülmüştür. Tartışmalar sonucu çalışma 1989 yılında mahkeme kararıyla kaldırılmıştır ve bu tarih, geç dönem modernist sanatın çöküşü olarak simgeleşmiştir. Batı'da pek çok kez kamu alanlarına ve hatta kamunun dolaylı desteğiyle yerleştirilen bu eserlerin estetik değeri ve zaman zaman da gerekliliği tartışılmıştır. Bu tartışmalar, kamusal alanlarda kamuya yakınlaşma politikalarına rağmen izleyicinin dışarıda bırakıldığı ve hemen her zaman arada büyük boşlukların kaldığını vurgulamaktadır.


Richard Serra, Tilted Arc, Manhattan Federal Public Plaza, 1981

Suzanne Lacy, 1995 yılında yayımlanan Mapping The Terrain kitabında tüm bu tartışmalara yeni bir boyut kazandırmış ve kamusal sanat tanımını bir adım daha ileri götürerek “Yeni Tip Kamusal Sanat” fikrini geliştirmiştir. Bu yeni açıklamaya göre geleneksel olarak yerleştirilen park ve bahçe heykelleri veya enstalasyonlardan çok sanatçı ve izleyicinin ilişki içinde bulunacağı bir süreçten söz edilmektedir. Yeni Tip Kamusal Sanat uygulamalarında amaç; sanat eseri, sanatçı ve izleyici arasındaki boşluğu kapatmak ve kolektif bir deneyim yaşamaktır. Bir diğer adıyla “Süreç Temelli Sanat” olarak da vurgulanan bu uygulamalarda sonuç olarak bir sanat nesnesinin üretilmesi beklenmemektedir.

Burada önemli olan yaşanan süreçtir ve çalışmaların temelinde deneysellik yatmaktadır. İzleyiciyi üretim sürecine dahil ederek bireyi marjinalize eden bu deneysel süreçte hedef, yüksek sanat ve popüler kültür arasında bir bağ oluşturmaktır. Bireyin rızası dahilinde kendisine aktif bir rol vererek izleyici konumundan, katılımcı durumuna getirmek temel prensiptir.



YENİ TİP KAMUSAL SANAT ÖRNEĞİ: T.A.M.A


Yunan sanatçı Maria Papadimitriou’nun Romanlarla birlikte yürüttüğü bir proje olan T.A.M.A. (Temporary Autonomous Museum for All), Avrupa’da dikkatleri üzerine çekmektedir. T.A.M.A farklı ülkelerdeki konferanslara davetler alarak katılım gerçekleştirmiştir. Türkiye’de de Santralİstanbul ve AB Kültür 2000 Programı çerçevesinde 2007 yılında gerçekleştirilen “Kamusal Alan ve Güncel Sanat Pratikleri” adlı panele katılmışlardır. T.A.M.A, Yunanistan’ın harap bir bölgesi olan Avliza’da Romanlar ve Eflaklar gibi göçmen nüfusu gözlemlemeye dayanan bir projedir.

Papadimitriou, bu bölgeye ilk kez iki arkadaşıyla beraber ucuza eski mobilya bulmaya

gittiklerini ancak burada dikkatini mobilyalardan çok mekânın, beklenmedik

etkinliklerin, planlanmamış sanat çalışmalarının ve değişik insanların çektiğini

belirtmiştir. Avliza’dan çok etkilenen Papadimitriou burayı her gün ziyaret etmeye

başlamış, oradakilerle arkadaş olup, onların dertlerini paylaşmak, düşüncelerini

ihtiyaçlarını dinlemek istemiş ve sonunda onlara yaklaşmayı başarmıştır.



Papadimitriou, bu bölgedeki göçebe yaşamların ve toplumun özelliklerinden ilham

alarak, halkın, sanatçıların ve toplumun bir araya gelebileceği bir sistem yaratma fikri

geliştirmiştir. Böylece Herkes İçin Geçici Özerk Müze ismini verdiği sistemi bu mekânda kurmuş ve oradaki çalışma yaşamının, çeşitli görsel ve antropolojik

malzemelerin ve çoğunlukla barışçıl olan biraradalıkların dinamiklerini

gözlemlemiştir. Bu mekânda dört yıl boyunca saha araştırması yaparak göçmenlerin

kamusal alandaki mekân kullanımlarını ve bundan doğan sanatsal fikirlerin çeşitli

tasarımcı, mimar, sanatçı, sosyolog ve felsefecilerin de katılımıyla uygulanması

sağlanmıştır. Papadimitriou’ya göre Avliza kendine özgü, açık bir sergi alanıdır.

Buradaki insanların zor yaşam koşullarında yaşayabilmek için ürettikleri zeki fikirler

ve göçebe şenlikli, ilginç, egzotik hayat tarzları ona ilham vermiş ve 2002 yılında

buradaki çalışmalarıyla Soho Paolo Bienali’ne katılmıştır.


Bu noktada T.A.M.A’nın azınlık bir grup olan göçmenlere yöneldiği görülmektedir. T.A.M.A göçmenlerin bulunduğu bir bölgeyi kendisine seçip yerleşmiştir. Bir bakıma buradaki yerleşme eylemini geçicilik vurgusuyla yumuşatarak oradaki insanların kendilerine kolay uyum sağlayabilmelerini ve onların mekânlarında onlarla kolay iletişim kurmayı amaçlamaktadırlar. Diğer yandan T.A.M.A’nın açılımı olan geçici müze ismindeki müze

kelimesi de dikkat çekicidir. Burada müze kavramı toplumsallaştırılmaya çalışılmaktadır ve müzeye girmeye çekinen kesimin mekânına müzeyi geçici olarak getirerek onları sanata dâhil etmek amaçlanmaktadır.

Papadimitriou’nun T.A.M.A oluşumuyla gerçekleştirdiği bütün bu projelerde kamusal sanatın aykırı gruplara yönelmesi özelliği ön plana çıkmaktadır. Bu bölgelerdeki insanlarla yakın ilişkiler kurarak, onlara sanatı ulaştırmış ve sanatın içinde olmalarını sağlamaya çalışmıştır. Günlük hayatlarına dâhil olarak aradaki mesafeyi azaltmış ve kurulan bu ilişki de hem onların hem de kendi yaşamlarına yeni bakış açıları getirmeyi

hedeflemiştir.


SUPERFLEX

Superflex Çiftçileri

Superflex, 1993 yılından bu yana çeşitli projeler ve sergiler düzenleyen, Jakob Fenger, Rasmus Nielsen ve Bjornstjerne Christiansen’in kurduğu bir sanatçı oluşumudur. Kendi projelerini araçlar (tools) olarak tanımlamaktadırlar. Kurucuların tanımıyla araç, kullanıcı tarafından aktif olarak kullanılan, daha çok yararlanılan ve değiştirilebilen bir model ya da öneridir. Genellikle ekonomik güçlerle demokratik üretim koşulları ve örgütlenmeler sağlamak üzere sisteme karşı tepki gösteren projeler üreten Superflex, 2003 yılında Brezilya

Amazon’larının Maues’inde Guarana çiftçilerinin oluşturduğu kooperatifle bir araya gelerek bir atölye çalışması gerçekleştirmiştir. Guarana’nın çoğunu karşılıklı anlaşma ve birleşmelerle satın alan çok uluslu şirketlerin rekabeti öldürüp, bundan yararlanarak da üreticilere düşük ücret vermelerine karşı tepki olarak Superflex iş birliğiyle çiftçiler yeni fikirler ve öneriler üretmek için bir araya gelmişlerdir. Önlerinde iki sorun vardır; ilki, şirketlerin ham madde üzerindeki tekelliğine direnmek için farklı bir pazarda satabilecekleri ikinci bir ürün üretmek ve belki de bu şirketlerle doğrudan rekabet edecekleri bir yol bulmak gerekmektedir. İkinci olarak da topluluğun bunu mümkün kılmak için ne sermayeleri ne üretim ekipmanları ne de dağıtım mekanizmalarına erişim imkanları vardır. Dolayısıyla atölye çalışması ilk olarak bu iki sorunu çözmeye odaklanmıştır.


Guarana Power

Bunun üzerine herkes çikolata ya da meşrubat üretmek gibi öneriler sunmuştur. Örneğin Superflex, Müslüman Fransız bir şirket tarafından üretilen Mekke Cola markasına “aptalca değil, sorumlulukla için” sloganıyla Filistin hayır kurumlarına kârlarının yüzdesi üzerinden bağış yapmaları ve yerel ürünlerin inanılmayacak kadar pahalı endüstriyel teknolojiye ihtiyaç duymadan geliştirilebileceğine dair öneri bir model ileri sürmüştür. Kooperatif üyeleri yerel ürün çeşitliliğini arttırmak adına, uzun mesafe kamyoncuları ve Guarana dondurmaları için

Guarana meyve tozundan yapılmış bir enerji içeceği yapmayı önermişlerdir.

Bir kartel oluşturan, hammaddenin tekelini elinde bulunduran ve kendi ürünlerinin

maliyeti artarken, Guarana tohumlarının fiyatını %80 oranında aşağı düşüren bu çokuluslu şirketlere tepki olarak organize olan çiftçilerin ürettiği Guarana Enerji içeceğinin niyeti, bir karşı ekonomi pozisyonu yaratmak için hammadde olarak bu küresel markaları ve onların stratejilerini kullanmaktır. Fakat buradaki asıl amaç, ille de ticarileşmeye ve küreselleşmeye karşı olmak değil, bunun yerine ekonomi yapılarını görünür kılmak ve üreticilerle tüketiciler arasında yeni bir denge kurmaktır. Superflex’in başlattığı, 2003’de Venedik Bienalinde de satışa sunulan Guarana Enerji içeceği dünyanın çeşitli yerlerinde halen satılmaktadır. Superflex, bu çalışmalarında kapitalizmin ve büyük şirketlerin sömürdüğü yerel üreticiye destek vererek seslerini duyurmaları ve üretim yapabilmeleri için ortam yaratmaya çalışmıştır. Çiftçilerin de fikir ve katılımıyla sisteme karşı yeni modeller üretmiş ve problemlere çözümler getirerek hedeflerine ulaşmışlardır.


 
 
 

Comments


  • facebook
  • twitter
  • linkedin

©2018 by a little art. Proudly created with Wix.com

bottom of page