top of page
Sanat ve Daha Fazlası: Blog2
Ara

Kaş Sanat Galerisi Sahibi: Sinan Yenilmez ile Röportaj

  • Yazarın fotoğrafı: bbilir
    bbilir
  • 18 Ara 2018
  • 8 dakikada okunur

Sanat Danışmanı Sinan Yenilmez ile Göztepe’deki Kaş Sanat Galerisinde buluştuk.

Kaş Sanat Galerisi Sinan YENİLMEZ tarafından 1995 yılında Şişli'de klasik ve çağdaş sanatı sanatseverler ve koleksiyonerlerle buluşturmak amacıyla kuruldu.



İlk olarak, " Modern Türk Resim ve Heykel Sanatından Bir Kesit" adlı sergiyi açarak Kaş Sanat Galerisinde Cihat Burak, Adnan Çoker, Burhan Doğançay, Neşe Erdok, gibi değerli sanatçıların eserlerini sanatseverlerle buluşturdu.


Kaş Sanat Galerisi'nde düzenlediği sergileri sanatseverlerle buluşturan Sinan YENİLMEZ, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde okurken, Çağdaş Türk Sanatına ait bir çok sanat eserinin koleksiyonerlerin koleksiyonlarında yer almasına çaba gösterdi.

Özellikle genç sanatçıları destekleyerek geleceğe iz bırakmalarını misyon edinmiştir. Bu bağlamda sanat ortamına hem yeni ve kalıcı sanatçılar, hem de nitelikli koleksiyonerler kazandırılması konusunda ciddi ve özverili çabalar sarf etmiştir. Bu doğrultuda çeşitli firmalara sanat danışmanlığı yapmış, üniversitede konferanslar vermiş ve jüri üyelikleri yapmıştır. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde ve yayın organlarında sanat alanında birçok çalışma yapmıştır. Kaş Sanat Galerisinin sahibi Sinan YENİLMEZ ‘in en büyük hedefi sanat ortamına yeni sanatçılar (sanat eserleri) ve koleksiyonerler kazandırmaktır. Bu ilkeler doğrultusunda günümüzün teknoloji ve iletişim çağının vazgeçilmez gerekliliği olan interneti kullanarak Siz Değerli Sanatseverlere daha süratli ve modern hizmet verebilmek amacıyla internet ortamında sergi düzenlemek, düzenli ONLİNE MÜZAYEDE yapmak için 01.01.2014 tarihi itibariyle yeni galerisini açmıştır.

B.B: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sinan Yenilmez: O yazı uzun bir süredir yani 25 senedir profesyonelce uğraştığımız sanat hayatımızın kısa bir özeti. Aslına bakarsanız ben çok küçük yaşta sanat ortamında bulundum. Rahmetli babam, bu işlerin alaylısıydı. Beyoğlu'nda bir cam ve çerçeve dükkanı vardı. Bende yanına giderdim. Üretimle tanışıklığım böyle başladı. Yaş ilerledikçe ve zaman geçtikçe nasıl olduysa kendimi sanatın içinde buldum. Çocukluğumda yaşadıklarım, dükkana gelen giden resimler… Yurt dışından baskı resim ve röprodüksiyonlar gelirdi. Onlar benim için büyülü bir dünyaydı. Ne olduğunu anlamıyordum. Zaman geçtikçe bu eserleri müzelerde görmeye başlayınca ne kadar şanslı olduğumu ve bunların içinde resimle doyduğumu o zaman anladım. Küçükken hepsi birer görseldi. Babamın ekmek parası için uğraştığı bir eşyaydı sadece. Zaman ilerledikçe bir sürü seçeneğim olduğu halde neden bu mesleği seçtiğimi ben de bilmiyorum. Yaklaşık 1971’de yarım gün okula giderdim, yarım gün işe. Böyle kendimi bu işin içinde buldum.


B.B.: sanatla tanışma sürecinizi öğrenmiş olduk. Peki galeri açma fikri nasıl oluştu?

S.Y.: Size anlattığım çok kısa bir özet. Zamana yaydığımızda, yani 8-18 yaş arasında, bu işlerin içinde bir süreç geçirdim ve zamanla bilinçlendim. Istemesende belli bir doygunluğa ulaşıyorsunuz ve iyi resim kötü resim ayırt edebilir hale geliyorsunuz. Bu süre içinde, askere gidip geldikten sonra babamdan ayrı olarak nasıl bir iş yapabilirim diye düşündüm. Güzel Sanatlar sınavlarına girdim. Çok güzel resim yaptığıma hala inanıyorum neden almadıklarını hala anlamıyorum ama girmedim. Askerden geldikten sonra ne iş yapmam gerektiği konusunda karar vermem gerekiyordu. Babamla ticari yollarımızı ayırmıştım. Beyoğlu Atlas Pasajında küçük bir dükkan aldım. Dükkanı açana kadar ne yapacağımı bilmiyordum. Burada cam sablaj dedikleri, cam dekorasyon işine başladım. Bir gün bir bayan çerceve getirdi cam takmam için. Çerçevenin köşelerinde çivi olmadığını fark ettim. İlk defa öyle birşey görmüştüm. Çerçeve sahibine bunun nerden geldiğini araştırmasını istedim. Italyanlara ait bir teknikle yapıldığını öğrenmiş. Italya'ya gitmeye karar verdim. Tek kelime italyancam yoktu, gittim. Bir gece sokakta kaldım. Dolaştım, dolaştım derken bir çerçeveci buldum ve imalatçısına ulaştım. Makineyı gördüm ve bir tane aldım. Sonra Türkiye distiribütörlüğünü aldım ve İtalya’dan Türkiye’ye çerçeve ithalatı nasıl yapılır diye öğrendim. Çünkü 88 dönemi ithalatın patladığı bir dönemdi. Makineyi getirip Atlas Pasajına koydum. Makinedan Türkiye’de de hiç yoktu. Resmen şov yapıyordum, işler inanılmaz büyüdü. Ithalat büyüdü tüm ülkeye çerçeve dağıtmaya başladım. Kendimi sanayici olarak sektörün içinde buldum. Imkanlarım fazlalaşınca sevdiğim resimleri almaya başladım. İlk gezdiğim sergilerden biri Yapı Kredide Ekrem Kahraman sergisiydi. Ali Çelebi, Zeki Faik izer gibi önemli isimlerin eserlerini satın aldım. Derken ciddi bir koleksiyonum oluşmaya başladı. Resİmleri çerçeveleyip gönderiyordum, artık kendi evime asıyorum, sanatçılarla tanışıyorum. Türkiye’ye çerçeve dağıtan, sektörün önünü açan bi adam oldum bir an da. Burhan Doğançay’ın sergisini yapıp karşılık olarak resimlerini aldım. Paranın getirdiği güçle koleksiyoner olmak ve sanatçılarla sohbet etmek bana çok farklı bir keyif vermeye başladı. Bu işte madem öncü oldum güzel bi yer tutup bu işi büyütmeye karar verdim. Tuttuğum yer Sultan Abdülaziz’in torunu Neslişah Sultanın yeriydi. Sanat galerisi yapacağım dedim ve indirim istedim, kiraladım. Kaş Sanat Galerisi olarak oraya galeri açtım. Asıl amacım şuydu: O döneme kadar hep sanatçılardan ve sanattan para kazandım. O dönemde de Neşet Günalın bana söylediği birşey vardı, ‘’hiç düzgün bir yerimiz yok, devletin açtığı galeriler olmuyor. Özel galeriler ufak ve yetersiz’’. Madem sanatçılardan bu kadar para kazandım benim onlara bir borcum var diyerek galeriyi açtım. Galeri açma fikri bende böyle oluştu.

B.B.: Sanat danışmanlığı nedir ve nasıl bir süreç işler?

S.Y.: Galeriyi açtıktan sonra pasajdaki çerçeve dükkanımda duruyordu. Çerçeve dağıtım işleri devam ederken, galeri işin içine girince daha fazla bilgi gerektiğini, sanatçıları iyi tanımak gerektiğini düşündüm. Türkiye’nin en iyi galericilerinden biri olan Yahşi Baraz’dan yardım istedim. Ondan aldığım eğitimlerle ve yardımlarla sergiler açmaya başladım. Bu arada da dünyada yeni bir akım çıktı. Plastik resim çerçevesi. Bir İtalyanlar yapıyordu, bir de İsrail’de birileri denemeler yapıyordu. Gittim İtalya’da araştırmalar yaptım, makineları aldım geldim. Fabrika kurdum. Dünyada üçüncü, Türkiye’de ilktim. Bir anda böyle bir sanayinin içinde buldum kendimi. Hep ticaret ve sanayi ama bir yanda sanatın etrafında dönüyor farkındaysanız. Güzel işler yaptık. Sınırların dışına çıkıp Güney Amerika, Gürcistan, Azerbaycan, Rusya gibi ülkelere ihracat yaptım. Türkiye’de ve bu coğrafyada tektim. Belli bir dönem sonra kazandığınız para size mutlu etmiyor. Içimde hep sanat vardı. Fabrikanın işlerini hafifletip galeriye ağırlık verdim. Sonra bu güne kadar neden sanatla ilgili akademik bir boyuta düşünmedim diye sorguladım kendimi. Öss’ye girdim. Yeditepe Üniversitesi’nde plastik sanatlar okudum. Çok sıkı disiplin vardı. Bu arada fabrikanın işlerinin ikinci plana attım. Sanat ön plandaydı benim için. Kendimi tamamen galericiliğe adadım.

B.B.: Kaş Sanat Galerisi olarak, hem sergi, hem müzayede düzenliyorsunuz hem de ekspertiz hizmeti veriyorsunuz. Ekip olarak mı çalışıyorsunuz? Çalışma arkadaşlarınız kimlerden oluşuyor?

S.Y.: Normal müzayede hiç yapmadım ancak yapacak bilgi birikimine sahibim ve gelecek sene yapmayı düşünüyorum. Bugün iletişime ve insanların genel eğilimlerine baktığımızda artık bir çok şey İnternet üzerinden satılıyor. İnsanlar evinde otururken işlerini yürütüyor. Online müzayede sistemi buradan çıktı. Bugün dünyaya baktığımızda evler, arabalar bile internet üzerinden satılıyor. Resim neden satılmasın diye düşündüm ve böyle bir site kurdum. Ekip konusu ise şöyle. Sanayicilik sürem 18 yıl sürdü ve bu sürede çalışanlar, insanalar beni çok yordu. Sanat artık benim için bir soluk alma noktası olduğu için her şeyi yalnız başıma yürütmeye çalışıyorum. Sadece ekspertiz konusunda yardım alıyorum, ekspertizi tek başına yapamazsınız. Bu gün karbon testi yok Türkiye’ de. Bu işin tekniğini bilen müzelerden yetişmiş birkaç isim vardır. Eski resimler gelince onlara danışıyorum. Güncel işler gelince, özellikle çağdaş sanatçılarda 25-26 yıldır bu işin içinde olduğum için tekniğinden anlayabiliyorum. Şüphe duyarsam güvendiğim bir kaç isme gönderiyorum. Yaşayan sanatçılarda çok problem yaşanmıyor zaten.

B.B.: Türkiye’de sanata ve sanat galerilerine olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz?

S.Y.: Herşeye olan ilgi kadar. Popüler kültür dışında. İnsanların karnı doyuyorsa sanata ilgileri oluyor. Karnı doymayan insanın hiç bir şeye ilgisi olmaz. Ülkenin ekonomisi iyiye gittiği noktada he rşey iyiye gider. Sabah evden çıktığınızda eve nasıl yemek getireceğinizi düşünüyorsanız, akşam eve geldiğinizde duvardaki resim umurunuzda olmaz. Ama evden çıkarken karnınızı nasıl doyuracağınızı biliyorsanız, düzenli bir kazancınız varsa, güzel bir çalışma ortamınız varsa elbette eve döndüğünüzde güzel şeyler görmek istersiniz. Bunlardan biri de sanat eseridir. Bizde maalesef her şeyde olduğu gibi koleksiyonerlerimizde ve resim alıcılarımız da (her resim alanı koleksiyoner yerine koymuyorum) okumuyor, bilmiyor. Bu sene şu çanta moda gibi, şu resim satılıyor diye bu ressamların resimlerini satın alıyorlar. Herkesi bu işin içine katmıyorum, bir resmi görüp duygulanıp ağlayan insan da gördüm. O yüzden herkese haksızlık yapmamak lazım.

B.B.: Daha çok nasıl eserler ilgi görüyor?

S.Y.: Bunca yıllık sanat hayatımda insanları üçe ayırdım. Bir, sevdiği için resim alanlar. Iki, sanattan anladığı için resim alanlar. Bunlar okumuş, resmi tanıyan, ekonomik imkanı olan, bilen insanlardır. Böyle kişilere zaten taksitle bile satış yapıyoruz. Bir de para kazanmak için resim alanlar var. onlar için resmin kime ait olduğu bile önemli değil. Açık açık, bu resmi bu sene aldığımda seneye kaç para eder diye soran, borsa yerine bu alanda yatırım yapan bir profil var.

B.B.: Galeri açtığınız dönemdeki alıcı-koleksiyoner profili ile günümüz koleksiyoner profili arasında nasıl bir fark var?

S.Y.: Çok ciddi bir fark var. galeriyi açtığımda, 94 döneminde insanların çoğu ikinci gruptaydı. İnsanlar bakarlardı, gezerlerdi, okurlardı, resimden anlarlardı, sergi gezerlerdi. Hoşlarına giden resimleri alırlardı. Resmini evine asıp beni evine davet eden insanalar çok olmuştur. Bunlardan biri Erol Evgin’dir. Bir gün benden bir resim aldı birkaç gün sonra evinde yemek verdi bizim için. Yada alım yaptıktan sonra dışarıda sohbet için buluştuğumuz bir kitle vardı. Şimdi öyle değil, bu resim kaç para, seneye ne kadar eder diye sorup alıyorum, almıyorum diyorlar. O dönemde %90 sanatsever %10 kar etmek için alım yapılıyordu. Şimdi bu oran tam tersi durumda. Ben resmin insanlara para kazandırmak gibi bir yükümlülüğü yoktur diyorum. Buna cevap olarak bunu galericiler ve sanatçılar bunu böyle lanse ediyor diyorlar.

B.B.: Sanat piyasasının genel durumunu değerlendirebilir misiniz?

S.Y.: Son üç senedir kötü. Çünkü ekonomimiz kötü. Dünyaya entegre bir ekonomimiz var. Çok güzel işler yaptığımızı düşünüyoruz. Sanayimizin çok ilerlediğini söylüyoruz ama bir gün sonra ne olacağını insanlar bilmiyorlar. Bu yüzden insanlar ya parada yada makinede kalmayı tercih ediyorlar ve kimse resmi düşünmüyor bile.

B.B.: Sanatçılarla iletişime geçerken hangi noktaları dikkate alıyorsunuz?

S.Y.: Ne yediğine bile dikkat ederim. Ne giymiş, akşam nerede oturmuş hepsine bakarım. Sanat uzun soluklu bir iş. Bir kişinin güzel resim yapıyor olması yeterli olmaz. Tabelacılar, grafikerler de iyi resim yapar. Iki yıl resim eğitimi alın herkes canavar gibi portre yapar. Mühim olan resim çizmek değil, resmi sanat haline dönüştürmek. Bu da insanın bütünüyle ilgilidir. Yemesi, içmesi, davranışı, protest tavrı, disiplini, her şeyi bunun içine girer. Dolayısıyla sergisini açtığım sanatçının her şeyine bakarım. Tabii en çok ömrünü bu işe adamış mı diye bakarım.

B.B.: Küçüklüğünüzden beri bu işin içinde olduğunuz için sadece finansal değil duygusal yaklaşıyorsunuz sanırım.

S.Y.: Sadece para için yapsaydım fabrikamı devam ettirirdim. Bu işlerden para kazanmadım ben. Kazandığım parayı bu işe yatırdım. Parayı, sanatla daha rahat uğraşmak için kazandım. Sanayicilik yaptım, plastik profilden resim çerçevesi yaptım, geri dönüşüm tesisi kurdum. 365 gün, 24 saat çalışan bir fabrika düşünün. Para için çalışsaydım o işe devam ederdim. O sektörde 10 lira kazanmaktansa burada 1 lira kazanmayı tercih ederim. Çünkü sanat benim ruhumu besliyor.

B.B.: Sanat fuarları hakkında ne düşünüyorsunuz?

S.Y.: Tüyap ilk açıldığında ben onur üyesiydim. Ilk sanat fuarı orada açıldı. Hem sanayici hem de galeri sahibi olarak katıldım. Ilk Tepebaşı’nda açıldığında çok heyecanlıydı. Fuar anlayışı Türkiye’de yeniydi. Güzel bir ortam oluşuyordu. Beylükdüzü’ne taşınması, mesafenin uzaması vs sanat alıcılarını zorladı. Kitap fuarıyla bir araya getirilmesi iyi oldu. Daha sonra Lütfi Kırdar’da Contemporary çıkınca orada farklı bir hava oluştu. Orası birden sosyetik bir hava kazandı. Sanatı burjuvalaştırdı. Bizde burjuva yanlış biliniyor. Burjuva dünyada birçok şeye öncü olmuşken, bizde popüler kültüre öncü olmuştur. Ben onlara burjuva demiyorum. Gerçek burjuva okur, bilir. Bunlar zengin bir takımdı. Orada boy gösterirken üç beş alalım, kenara atalım, diyen grupların oluşturduğu bir ortam haline geldi. Bir müddet bunun dışında kalmayı tercih ettim. Ama orada olmadıkça benim bilgimden ve gücümden şüphe eden bir kesim oluşmaya başladı. Yurt dışındaki fuarlar ve burası çok farklı. Biz de yarı şarklılık, yarı avrupalılık, bir sıkışmışlık var. Bir yanımız her zaman şarklı, bir yanımız Avrupalı. Olmadık yerde şark damarımız meydana çıkınca arabesk bir durum ortaya çıkıyor.

B.B.: Daha önce sosyal sorumluluk projelerinde yer aldınız mı?

S.Y.: Iki tane vakfın kurucusuyum. Bir çok dernekte faaliyetim oldu. Mümkün olduğunca o konular üzerine çalışıyorum. Bu vatana borcumu öyle ödeyebileceğimizi düşünüyorum.

B.B.: Galeri olarak gelecek projeleriniz var mı?

S.Y.: Hedef koymazsanız yaptığınız iş günlük hayata, hobiye döner. İleriye dönük ciddi projelerim var. Türkiye’de bugüne kadar yapılmamış bir proje üstünde çalışıyorum. Şu anda deklare edemem.

B.B.: Tüm bu tecrübenin dışında, sanatsever olarak sevdiğiniz bir sanatçı veya akım var mı?

S.Y.: Son zamanda akım diye bir şey yok zaten. Sanatçı olarak istikrarlı sanatçıları severim. Ömrünü bu işe adamış olanlar. Bazen sanatçıyı hiç sevmem, resmini severim. Bazen de adamı yada kadını severim ama resmini sevmem. Şunu çok severim diye kişiselleştiremem. Bazılarının sanatını, bazılarının sanat için yaptıkları davranışları severim.

B.B.: Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

S.Y.: Bunu dinleyecek insanların kafasında bir küçük ışık yakabilirim umarım. Şunu söyleyebilirim. İnsanlar galerileri lüks bir yer gibi düşünerek girmeye korkuyor. İçeri girerken, girebilir miyiz diye soranı gördüm. Kendimi düşünüyorum. Ben 10 yaşındayken tek başıma galeri geziyordum. Kimse göndermedi beni, kendim geziyordum. Bazı seyler insanın öz güveni ve bilgisiyle ilgili. Okumuyorlar, öz güven eksikliği var ve bu yüzden bazı şeyleri ulaşılamaz sanıyorlar. Halbuki ulaşılamaz sandıkları onları bekliyorlar.

B.B.: Ulaşılamaz zannedilmesi, sanatla mı ilgili bireylerle mi ilgili?

S.Y.: Kesinlikle bireylerle ilgili. Ulaşılamayacak bir şey ortalıkta olmaz. Ulaşılamayacak şey ulaşılamayacak yerde olur.

B.B.: Şöyle soralım o zaman. Sanatla ilgili reklam tanıtım organizasyonlarını nasıl buluyorsunuz?

S.Y.: Öyle birşey yok ki. Ancak sabancı Müzesi, Koç Müzesi gibi kurumlar yurt dışından Picasso getirecekler de, kendi gazetelerinde yazacaklar da, dünya kadar afiş parası verilecek, ancak öyle duyacağız. Bugüne kadar Türkiye’de ciddi bir reklam kampanyasıyla tanıtımı yapılmış hiç bir sergi, sanatçı hatırlamıyorum.

B.B.: Bunun yapılmamasının temeli nedir?

S.Y.: Ekonomiktir. Reklamı para kazanmak için yaparsın. Ben bu sergiyi yapıyorum. Bu sergideki resimlerin hepsini satarsam kazanacağım paranın yüzde kaçını alacağım.Hepsini satmam mümkün değil zaten. Giderleri de düşündüğümüzde reklama bütçe ayırmak mümkün değil. Büyük kurumların sosyal sorumluluk kapsamında bu işe el atması gerekiyor. Özel galeriye sponsor olsa bir kurum ne olmuş ki, benim değil sanatçının ve kendi reklamını yapmış olacak. Ama böyle bir bilinç yok. O yüzden zor işler bunlar.

 
 
 

コメント


  • facebook
  • twitter
  • linkedin

©2018 by a little art. Proudly created with Wix.com

bottom of page