Sanat Tarihinde Bir Ülke: Rusya
- bbilir
- 19 Kas 2018
- 5 dakikada okunur
Bugünkü Rusya topraklarında 10. yüzyıllarda küçük devletlerin yaşadığı bilinmektedir. Bu geniş topraklarda, primitif halk sanatları çerçevesinde ahşap mimarinin yaygın olduğu görülmektedir. Anıtsal sanatların bu topraklar üzerinde yer edinmesi ilk kez Hristiyanlık yayılmaya başladıktan sonra görülmektedir. Bizans’tan gelen metropolit bir grubun, bu kentte Bizans dini mimarisini ve resmini yaydığı tespit edilmiştir. Hristiyanlıktan önce ise bu yörenin halkının, dikey olarak uzuvlandırılmış ve içinde putperest heykeller bulunan tapınakları olduğu anlaşılmaktadır. Rusya'nın hemen her tarafında görülen yapı tipi ahşap olmuştur. Bu yapılar, küçük kulübeler olarak günümüze kadar geleneksel olarak varlığını sürdürmüştür.

Rusya’ya gelen ilk sanatçılar Bizanslılar olmuş ve mozaik tekniğini kullanmışlardır. Bu teknikte çalışan ilk Rus ressamı, Kiev civarında bir mağara-manastırda yaşayan ve 1114 tarihinde ölen Alysios adında bir keşiştir. 1433’te Rus ressamların bir lonca kurdukları da bilinmektedir. Rus resmide, mimarisi gibi Hristiyanlıkla başlamış ve ilk örnekleri Kiev’deki Sophia kilisesinde tespit edilmiştir. İlk kilise resimleri mozaik tekniği ile yapılmıştır.

Rus mozaiklerinde, Bizanslılardan farklı olan özellik, altın mozaik yerine renkli mermerlerin kullanılmasıdır. Ayrıca Bizans’ta mozaikler, yalnız duvar ve sütunları örttüğü halde Ruslarda mozaikler, zemine kadar uzanmaktaydı. Mozaik tekniği, önce Kiev ve civarında ele alınmış, diğer yörelerde ise mermer bulmak kolay olmadığı için fresk resmi önem kazanmıştır. 16.yüzyılda Rusya’da, Batı Avrupa'nın tam zıttı bir anlayış görülür. Batı’da yüksek Rönesans kişinin ve dünyanın keşfi ile önem kazanmış, büyük sanatçı kişilikleri yaratmış ve objeyi sanatın inceleme konusu olarak almıştır. Rusya’da ise, konular sabit olduğu gibi, anonim ve kolektif bir sanat üzerine çalışmalar yapılmıştır. Moskova’daki resmi ve temsili sanat yerine, taşralarda daha samimi bir resim anlayışı devam etmiştir. 1631’de Polonyalıların talanından sonra, zengin tüccarlar, gayet usta ressamları çatıştırmışlardır ve küçük boyutta ikonalar yaptırmışlardır. Bu ressamların resim anlayışına tüccar sözcüğüne atfen Stroganov Okulu denmiştir. Eski Rus resmini temsil eden bu okul, bugün büyük önem kazanmıştır. Bu okulun resimlerinde İran minyatürleri ile Batı resim etkileri birbirine kaynaşmıştır. 16.yüzyılda resim sanatında bir kabalaşma görülür. Bunu gidermek için Büyük Petro’nun babası, Çar Aleksey Mihalioviç, bir çeşit devlet sanat akademisi kurmuştur. En iyi ressamları devlet hesabından burada çalıştırmaya başlamıştır. Bu ressamlar bu okula ait bir üslup geliştirmişlerdir ve yaygınlaştırmışlardır. Okulun en iyi ressamı olan Simon Usakov, Batı motiflerini benimsemiştir. Batıcılar resim sanatına yeni bir hava getirmek için çalışmışlardır. Ancak o sıralarda Avrupa'daki Barok üslubuna değil, Batı Orta çağı anlayışı çerçevesinde bir üsluba yönelmişlerdir.

19. yüzyılda Rusya’da geniş fikir hareketlerinin olduğu ve dini kalıpların kırılmaya başlandığı görülmektedir. Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev, Maksim Gorki, Puşkin gibi büyük yazarlar ve düşünürler, Rusya’yı, Batı’yı ve yönetimi eleştirmeye başlamışlardır. Batılı yazarlar okunmaya başlanmıştır. Kilisenin etkisini kaybettiği görülmektedir. Yeni bir aydın kuşağının yetiştiği de gözlemlenmektedir. Eski sanat, din ve kültür anlayışı eleştirilmektedir. Tıpkı Batı’da olduğu gibi insan vücudu incelenmeye başlanmıştır. Fransız klasisist resim anlayışı ülkede hayranlıkla izlenmekte ve uygulanmaktadır. Romantik, natüralist bir portre resmi gelişmiştir. Kilisenin itibarına yönelik resimler yerine doğa gözlemlerinin ön plana çıktığı görülmektedir. Şişko, Ayvazovsky, gibi manzara ressamları o dönemde yetişir. Bu son iki ressam özellikle Rusların hayatlarından günlük sahneleri, heroik bir gerçekçilikle biçimlendirir.

Sanatta kalite değil, konu önemliydi, dolayısıyla halkın anlayacağı sorunların sanatçılarca da bir kez söylenmesi söz konusuydu. Böylece, Batı’daki halk ile teması kopmuş sanat yerine, halkın ilgilenebileceği bir anlayış tercih edilmekteydi. Ekspresyonizm, kübizm, fütürizm ve soyut sanat akımlarıyla Batılı demokrasilerin, halka yabancı bir anlayışa doğru gittikleri düşünülmekteydi. Bu nedenle Rus sanat nazariyeleri, Batı dünyasının sanatını bireyci bir snobizm ve burjuva dekadansı olarak göstermektedirler. Ayrıca Batı dünyasının bireyci bir parçalanma ve amaçsızlık yüzünden felaket içine düştüğünü yazan sosyalist yazarlar, Batıının içine düştüğü tehlikeyi, sanatta olduğu kadar hiç bir şey, daha açık olarak göstermemektedir diye açıklamaktadırlar. Buna karşılık Doğu’da kitle insanının ölçülerine ve ihtiyacına uygun bir sanatın ele alındığını ve bunun çarpıcı gücünün daha büyük olduğunu kabul etmektedirler.

Ancak teknolojinin geniş haber alma olanakları ve 1900’lerdan itibaren yönetimdeki demokratikleşme ve sosyalizmin iflası sonucu, kübizm ve Batı dünyasındaki son biçimleme anlayışlarının bu ülkeyi de etkilediği ve bu nedenle çağın üslup gelişiminin gidişinden kurtulan ülke kalmadığı gerçeği doğrulanmaktadır. Esasen Barok ya da Rönesans anlayışının sınır tanımadığı ve hemen bütün kıtaları etkilediği daha önceki açıklamalarda da görülmüştü.
1992’den itibaren Sovyet Rusya’nın çöküşü ve komünist idarenin iflas etmesi ve eski yönetime bağlı cumhuriyetlerin kendi bağımsız devletlerini kurmaları ile tüm ülkeler Batı ekonomi ve sanat anlayışları paralelinde bir biçim özlemi ile çalışmaya başlamışlardır. Bu nedenle artık eski Rusya’nın geniş toprakları üzerinde yaşayan yeni devletlerin kendi adları altında belirlenecek sanat bölümleri, bundan sonraki sanat tarihi kitaplarında yer almaya başlayacaktır.
Rus Modernizmi
1918’de Avrupa’da 1. Dünya Savaşı yeni bitmiş ve Rusya’da da Ekim Devrimi’nin çalkantıları sürmektedir. Bu çalkantılar 1919’da daha da etkisini arttırmıştır. Kültür ve sanat alanında da hızlı bir mizaç değişimi, çeşitlenme, renklenme görülmektedir. Bu değişimleri kategorilere ayıracak olursak; Rus Avant-Garde’ı, resmin edebilikten ve yanılsamacılıktan kurtulması, gerçekliğe giden yol, saf biçim, konstrüktivizm, devrimci sanat, Rus fütürizmi, biçimcilik gibi kronolojik bir sıralama yapabilmekteyiz.

Duyarlılığın kaçışla, sanatın kısır sempatilerle uyumsuzluk sergilediği öteki kültürel alan da resmi ve sanat eleştirisini içeriyordu. Kübizm, kübofütürizm, konstrüktivizmi saf soyutlama, kısaca hemen her resim akımı o dönemin Rusya’sına yansımış hatta kısmen orada gelişmişti. Bu ekolleri temsil eden Tatlin, Maleviç gibi ressamlar devrimci enerjiyle doluydular: toplumsal misyonlarının o inanılmaz cüretkârlığıyla, sanatı aşırı uygulamalara itiyor, hayatla arasındaki sınırları kaldırıyor, bütün dallarını birleştiriyorlardı. Ürettikleri, Mayakovski ’nin devrimci şiir dinamitinin görsel karşılıklılıktaydı. Ama bunlar devrimin ilk yıllarında, ressamlar boyalarını insanların suratlarına fırlatabilecek kadar özgür oldukları zamanlardaydı.

Burjuva biçimler terk edilmeden önce sanatın havasında dikkati çeken şey imgelemin başına burukluğuydu. Böyle eğilimlere teşvik etme sorumluluğu ise eleştirmenlerindi. Onların çabaları, ticaretle uğraşan zengin sanat hamilerinin mali desteğiyle beraber, yalnız modern Rus sanatının ilerlemesinde değil, eski Rus sanatının yeniden keşfedilmesinde ve batı sanatının tanınmasında da büyük rol oynadı. Moskova Prensliği kurulmadan önceki Rus sanatına da, Rönesans döneminin Floransa ve Venedik sanatına da fazlasıyla aşina olan bu eğilimli kişiler, yetenek aramayı, bulduklarını besleyip büyütmeyi görev edinmişlerdi.

Geçmişin teolojik sanatı anlamını bireylerce tanınmamasında buluyorsa, geleceğin sanatı da böyle bir anlamı toplumca tanınmasında bulacaktır. Demokratik bir sanatta tüm biçim toplumsal olarak gerekçelendirilmelidir. Çağdaş sanatta sosyolojik olarak baktığımızda, müzelik bir sanat olarak duvar resminin yaratıcılık açısından olduğu gibi toplumsal açıdan da modasının geçtiğinin farkına varırız. Rusya’da o dönemde sanatı iki koldan incelemek mümkündür. Bunlar akademik burjuva sanatı ve devrimci sanattır. Her iki grupta, modern olma iddiasında ve devrimci olma niyetindedir. Bunlardan birisi soyut, non-figüratif, kurucu, geometrik gibi adlarla anılmaktadır. İkincisi ise sürrealizm ya da süperrealizm olarak karşımıza çıkmaktadır.

Birinci hareket plastiktir, nesneldir ve görünüşte politikadan uzaktır. İkinci grup ise özneldir ve etkin bir biçimde politiktir. Soyut sanatında pozitif bir işlevi vardır. Sanatın evrensel niteliklerini, bütün değişimlere ve devrimlere rağmen yaşayan öğeleri, toplum onları bir kez daha kullanmaya hazır oluncaya kadar muhafaza etmektedir. Bu yüzden konserve edilmiş bir sanatın, gerçeklikten uzak ve devrimcilikle doğrudan ilgisi olmayan bir etkinlik olduğu söylenebilmektedir. Bu bağlantı geleceğin sanatına yeni, sınıfsız toplumun sanatına giden yolu göstermektedir. Sınırlı ve kavramları gittikçe belirginleşen modernite, 20.yüzyılın önemli toplumsal değişimleriyle doğmuştur.

Konstrüktivizm, 20. yüzyılın ikinci on yıllık süresi içinde aktif olan önemli bir sanat akımı oldu. Akım Rusya’da doğdu ve 1917 devrimini takiben etkinlik gösterdi. Yeni doğan bu dünya düzeni içerisinde sanatçının bir mühendis ve bir bilim adamı olduğunu kabul eden bu akıma bağlı sanatçılar, yeni kurulmakta olan bir düzenin yeni kurallara ihtiyaç duyduğuna inanıyorlardı. Burjuva ön yargılarına şiddetle karşı çıkan konstrüktivistler sanat için sanat fikri ve gerçeğin yorumu ve tasviri anlayışına da tepkililerdir. Materyalist tavrı, yeni bilimsel ve materyal biçimlerde belirlemeye çalışarak, toplumsal olarak faydalı ve kullanılabilir şeylerin ve yeni biçimlerin kaynağı olduğunu kabul ederlerdi. Toplumu ve sanatı bütünleştirme çabasında, makine ve insan bilincinin tüm zamanları yansıtacak güçte olduğu ve 20. yüzyılın değişen şartlarına uygun olacak bir estetik yaratmak istiyorlardı.
Sanat tarihi içerisinde bu akıma bağlı olarak şekillenen en ilginç eser bir proje olarak kalan 3. Enternasyonal anıtıdır. Geleceğe dönük eser olarak da ünlenen bu eser, uzay çağı dinamizmine uygun bir düşüncenin ürünü olup masif bir spiral olarak planlandı. İçinde bir silindir, bir küp ve bir küre asılı olup, çeşitli mimari mahalleri ihtiva edecekti. Bugün ayakta kalan en önemli konstrüktivist eser ise Moskovada’ki, Lenin’in mozolesidir.

Konstrüktivizm akımı bütün temel kuramsal yapılanmasına eğitim kurumlarında ve sanatçı çevrelerinde yaygınlık kazanmasına karşın tam anlamıyla bir akım kimliğine bürünemedi; daha çok yeni ve kalıcı yöntemler getiren bir anlayış sayıldı.
Comments