top of page
Sanat ve Daha Fazlası: Blog2
Ara

Beral Medra ile Sanat Üzerine

  • Yazarın fotoğrafı: bbilir
    bbilir
  • 27 Eyl 2018
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 25 Eki 2018

Küratör Beral Madre ile KUAD Galeri'de Bir Söyleşi



Çalışmalarınız saymakla bitmeyecek kadar fazla ve değerli. Şu an Gündemde olan Osmanlılar&Avrupalılar başlıklı projenizden söz edebilir misiniz ?

Beral Madra: Tophane-i Amire binasındaki sergi, Osmanlılar ve Avrupalılar başlığını taşıyor. Bu başlık, 2015 yılında Bürüksel’deki bir tarihsel serginin başlığı. BOZAR, Bürüksel’deki önemli müzelerden birisi. Bu tarihsel sergiyi yaptıkları sırada, günümüzdeki yorumlarını da içeren bazı projelerin de gerçekleşmesini sağlıyorlar…

Serginin başlangıç noktası 2015 Haziran sonundan Temmuz ortasına kadar süren bir konuk sanatçı programı. Bu konuk sanatçı programının oluşumu içinde istoletto vakfı beni küratör olarak davet etti. Bir hafta boyunca çeşitli konularda Biella'da sunumlar yaptım. 10 aylık süreç içinde Pistoletto vakfının İstanbul’daki ortağı İKSV ile bu sergiyi planladık. Küratör olarak benden Türkiye’den sanatçıları seçmem istendi. İkiye ayrılıyordu. 6 genç kuşak sanatçı 5’i de orta kuşak sanatçı olarak davet edildi. Sergi sadece genç kuşak sanatçıların işlerinden oluşuyor. Diğer orta kuşak sanatçılar Biella’da sunumlarını gerçekleştirdiler. Avrupa’dan da 6 sanatçı davet edildi. Bu süreçte birlikte çalıştık. Bu karşılaşma belli bir konu üzerine oldu. Osmanlılar ve Avrupalılar arasındaki 500 yıllık ilişkilerin bugünkü yansımaları nedir konusu. Bunları tartışacak sanatçıları seçerek davet ettik. Daha önceden bu konuyu işlemiş yada tartışmış olan isimleri araştırdık.

Sergideki yapıtlar sonradan üretildi. Konuk sanatçı programındaki sanatçıların tartışmaları, deneyimleri önemliydi. Buradan etkilenerek Eda Gecikmez işini orada üretti.

Niye bu sergi yapılıyor? Bu gün Türkiye ve Avrupa arasında ilişki çatışması var. Türkiye 50 yıldır Avrupa’ya entegre olamıyor. Avrupa, Türkiye’ ye karşı son derece ikilemli bir bakış açısına sahip. Bir türlü Türkiye’yi kabul edemiyor. Bunun arkasında din büyük rol oynuyor. Avrupa’da bir Hristiyan dünyası, Türkiye’de son dönemde Sünni İslam kimliğini vurgulayan bir ülke profili var. Burada derinlerde bir çatışma var. Belki Avrupa parlamentosunda temsil ediliyoruz ve benzeri diplomatik görüşmeler oluyor ama bir türlü sonuca bağlanamıyor. Avrupa, 1950’den günümüze çözüm arayan ve demokratikleşmeyi sürekli geliştiren bir coğrafya. İçinde barındırdığı tüm çeşitli kültürel kimlikleri bilgilendirmek, halkları sürekli gündeme çekmek ve gündemde tutmak gibi bir sorumlulukları var. Avrupa 2. Dünya Savaşı öncesinde korkunç deneyimler geçirdi. Bunlar yetmedi, Balkan coğrafyasında 90'lı yıllarda korkunç deneyimler geçirdiler. Buradaki ırkçılık etnik meseleler sürekli bunları çözmek zorunda olan bir demokrasidir Avrupa. Bu sergide şu anda çıkmaza girmiş olan ilişkilerimizi iyileştirici bir hareket. Avrupa kültürü, demokratikleşme sürecinde etkin bir araç olarak kullanıyor. Bir şey daha var Türkiye’de çok geçerli değil. Çağdaş sanat Avrupa birliğinde en üst düzeyde özgürlük ve ifade aracıdır. Türkiye’nin sosyopolitik ortamında yıpranmış bir alan. Açtığımız sergi aslında bu kadar ağır bir politik içerik taşıyor. Ama eserler doğrudan doğruya bu içeriği vermiyor, metaforlar aracılığıyla ifade ediyor. Çağdaş sanatın dolaylı yoldan bir şeyi gösteriyor olması zihinsel ve psikolojik etkileşim yaratır. Doğrudan bir şeyi gösterdiğin zaman kaybolması ve unutulması çok daha kolaydır. Dolaylı yönden gösterdiğin zaman düşünmeye sevk ediyor. O yüzden çağdaş sanat etkileyici bir araç ve bizde bu yöntemi kullanıyoruz.

B.B.: Açıkçası ben sergiyi gezdiğimde dolaylı yoldan verilmek istenen metnin dozunu çok beğendim, yerinde buldum. Verilen alt metin ne kafa karıştırıcı ne de direk karşımızda, çok başarılıydı.

B.M.: Teşekkür ederiz, sanatçılar bunları duyduğunda çok memnun olacaklar.



B.B.: Küratörlük kavramı Türkiye'de nasıl gelişti?

B.M:

Son 20 yıldır bir çok yazımda küratörlüğün ne olduğunu anlatan paragraflara yer verdim. Bugün çağdaş sanat üretimi küresel kültür sanayi içinde çok önemli bir alan kaplıyor. Bu alanda büyük bir disiplinlerarası ve çok teknikli bir çalışmayı kapsıyor. Yaratıcılık düzeyi yüksek çok sayıda insanın bir arada çalışmasını gerektiren bir alan. Bu insanları belli bir amaca yöneltmek için bir liderlik gerekiyor. Iş dünyasındaki gibi. Küratörlük belli bir iş kolunun üyesidir. En önemli özelliği yaratıcı insanın üretiminin etkin olmasını sağlamaktır. Yatarıcı insan aynı zamanda ortaya koyduğu nesneyi topluma veya tüketime sunması için başka sistemler gerekiyor. Küratör bu sitemler ve yaratıcı insan arasındaki ilişkiyi kuruyor. Yalnız, küratörün burada sistemlerin yararına değil, yaratıcı insanların faydasına çalışması gerekiyor. Anlatabiliyor muyum.

Türkiye’deki gelişimine bakarsak, anlattığım şekliyle Türkiye’de olması mümkün değil. Hala Türkiye’de gerekli sistemler kurulmuş değil. Küratör sözü bu ülkeye 80’lerde bizim yaptığımız işlerle girmedi. Biz o yıllarda küratörlük yaptık ama 90’larda yabancılar küratör olarak Türkiye’ye gelince kavram ülkeye girdi.

Küratör, Latinceden alınmış bir kelime, koruyucu anlamına geliyor. Klasik müzerde koleksiyonları koruyan, değerlendiren ve sergilenmesini sağlayan uzman anlamında kullanılıyor. Müzeolojiden alarak bunu çağdaş sanat alanına çıkarmışlar. Benim 1. Ve 2. İstanbul Bienalinde yaptığım sergiler aslında küratörlüktü. Yerleri tespit etmek, sanatçı seçimi yapmak, hangi eserin hangi mekanda sergileneceğini seçmek işlerinin hepsini yaptım. Fakat adım orada yönetici olarak geçti. 1989 yılında Bari kentinde Akdeniz ülkeleri sergileri yapılıyordu. Türkiye’den 6-7 sanatçının işini oraya götürdüm. İlk kez bana orada yani yurt dışında küratör dendi.

B.B.: Yıldız Teknik Üniversitesinde Sanat Yönetimi Bölümünü kurmaya nasıl karar verdiniz? Dönemin şartları nasıldı? Nasıl bir süreçten geçti?

B.M.: Bunun kararını ben vermedim. Sanat Tasarım fakültesi kurulduğunda üniversite Sanat Yönetimi bölümü olmasına kendi karar vermiş. Bizi davet ettiler. Tamamen yurt dışındaki modeli uygulama şansını elde ettim. Interdisipliner bir yapı oluşturdum. En gelişmiş şekli disiplinlerarası bir çalışma şeklinden çıkacağına inanıyorduk. Model oldu burası, bir çok üniversitede sanat yönetimi bölümleri açıldı. Bu tabi Türkiye’deki kültür sanayinin gelişmesiyle ilgiliydi. 1990’dan sonra özel sektör sanata yatırım yapmaya başlayınca bu alanda çalışacak insanlara ihtiyaç duyuldu. Yani arkasında oldukça pragmatik ve işlevsel bir neden var. İş sahası olarak düşünün. 4 yıl boyunca çalıştım orada. Bugün, o 4 yılda yetiştirdiğimiz insanların hepsi aktif, sahada. Ben çıktıktan sonra gerisi gelmedi. Bölümün karakteri değişti. Çağdaş sanatla ilişkisi koparıldı yavaş yavaş. Klasik müze küratörlüğüne dönüştü. Halbuki gelişseydi uluslararası ilişkilerle çok daha güçlenebilirdi. İstediğimiz şekle dönüşmedi.


B.B.: Küratör ve sanatçı ilişkisi nasıl olmalıdır?

B.M.: Her şeyden önce mesleki bir ilişkidir. Bu ilişkinin yozlaşmamasına dikkat etmek gerekir. Küratör, bu ilişki içinde sanatçının yanında olmalıdır. Sistemlerin yararına çalışmamalıdır. Kurumları ve sistemi sanatın ve sanatçının yararına çalıştırmalıdır. Sonuçta sanatçı bir üretim yapıyor. Bu da tüketime sunuluyor ve Pazar oluşuyor. İşin içine finansal boyut girince bu ilişki karşılıklı yozlaşabilir. Herkes kendi çıkarlarını düşünmeye başlar ve tehlikeli olur. Sanatçı ve küratör arasında ideolojik diyalog olmalıdır. Sanatçı yalnızca dekoratif resim yapıyorsa, küratör kendini daha toplumsal aidiyet içinde görüyorsa bir uyuşmazlık söz konusu olur. Küratör sanatçıyı şöyle üret diye yönlendirmemelidir. Sanatçının her zaman özgür irade ve ifadesi olmalıdır. Aynı şekilde küratörde bağımsız olmalıdır.


B.B.: Bugün pek çok sanatçı galeri ve küratörlerin işlerine müdahale etmesinden yakınıyorlar, bununla ilgili de konuşmak istiyordum sizinle, böylece köşesinden bu konuya değinmiş olduk.

B.M.: Şimdi şöyle. Konuyu açalım biraz. Bir küratör iki çeşitli sergi yapabilir. Birincisi kendisi belli bir kavramsal çerçevenin o tarihte önemli olduğunu düşünür ve üstüne bir metin yazar. Ona göre bu metine karşılık verecek sanatçıları seçer. İkincisi, küratör çok sayıda sanatçının işlerini izler ve bu işler arasında kesişen noktalar görür. Ortak bir kavramsal çerçevede bunları birleştirir, sanatçıları davet eder. Burada küratör, sanatçının nasıl üretmesi gerektiği değil, kurguladığı sergide nasıl görünmesi gerektiği hakkında söz sahibidir.

B.B.: Günümüzde galericiliğin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

B.M.: Çok büyük bir işlevi üstleniyorlar. Çünkü sanatçıların başka alanı yok. İlk sergilerini galerilerde yapacaklar sonra yine galeride. Galeriler büyük bir alanı dolduruyorlar. Sanatçıya kamusal bir destek yok. Genç sanatçıların bağımsız olarak kendilerini göstermeleri için kamusal destek görmeleri gerekiyor. Galeriler destek almalı, süspansiyon görmeli. Şu anda zaten para yok. Koleksiyoner sayısı üretimi karşılamıyor. Türkiyeli sanatçıların uluslararası koleksiyona girme oranı çok düşük. Sanat fuarları biraz önünü açtı ama orada da yine galeriler var. Şu anda galerici profiline bakarsanız hep üst gelir grubu. Yani bu insanların başka işleri var. İkinci iş olarak galericilik yapıyorlar. Çeşitli nedenlerle, İtibar için, sosyal sorumluluk için. Bir çok zengin bu işin içinde.



B.B.: Güncel sanatın ve piyasanın durumu nasıl sizce?

B.M.: Bu benim alanım değil. Piyasayla pek ilgim yok. Sanat fuarlarında satışlar oluğunu söylüyorlar. Benim galerim yarı kar amacı güdüyor, kar amacı gütmüyor gibi çalışıyor. Satış olduğunda tabii seviniyoruz. Ama geliri bir sonraki sergiye yatırım olarak kullanıyoruz. Bu soruyu müzayedecilere sormanız daha doğru.

B.B.: Peki buradaki piyasa kavramının kullanımını doğru buluyor musunuz?

B.M.: İyiki sordunuz bunu. Türkiye’deki piyasa yerel bir piyasa. Uluslararası piyasa diye bir şey yok. Küresel bir piyasada Türkiye yer almıyor. Yerel bir piyasa söz konusu. Hiç kimse yurt dışından buraya gelip müzayedelerden, fuarlardan Türkiyeli sanatçıların işlerini almıyor.

B.B.: Bienalerin gelişiminden bahseder misiniz?

B.M.: 87-89’da ben yaptım. Sonra Türkiye'yi 5,6 kez Venedik Bienali’ne götürme şansı yakaladım. Türkiye’deki Bienalin bu kadar yaşıyor olması çok iyi bir şey. Kapsamı da genişledi. Ayrıca Çanakkale Bienali, Mardin, Sinop Bienali var. Bunlar çok iyi gelişmeler. Istanbul Bienali'de ulusal pavyonlar oluşturarak değil sanatçı davet ederek yapılıyor. Bu da çok iyi bişey. Bienal sayesinde yurt dışından birçok isim Türkiye’ye gelip ilgilendi. Sanatçılar için de büyük olanak bunlar.


B.B.: Son İstanbul Bienali'ndeki mekan dağılımını nasıl buldunuz?

B.M.: Her küratör kendi görüşünü, karakterini ortaya koyuyor. Burada bir takım sorunlar var. Bu küratörler Türkiye’yi tanımıyor. Avrupa’dan bakıyorlar buraya. Buradaki gelişmeleri anlayamıyorlar. Kontratlarda en az bir yıl Türkiye’de yaşama koşulu olmalı. Bir şanssızlık var. Burada siyasal gündem çok hızlı değişiyor. İki sene içinde iki seçim oluyor, ortalık karışıyor. Şu anda bölgesel savaş var. Bu yıl istanbul’da bienal olsaydı çok korkunç olurdu. Her an terörist olaylar var. Çok etkilenir bienaller bunlardan, ertelenebilir. Bir küratör İstanbul Bienalini Kabul edecekse iki kez düşünmeli. Buraya oryantalist bakış açısıyla gelince bir kusur oluyor. Nitekim bir öncekinde bu bakış açısı vardı. Tuzsuz Diyet başlığıyla yazdım Global ARTAM ART'a yazım çıktı.


B.B.: Özel sektörün sanatla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

B.M.: Sorunlu bir ilişki bu da. Özel sektörün sanatçıyla yada sanatla ilgisi yok. Kendi çıkarlarıyla ilgisi var. Sosyal sorumluluk boyutu var. Amerika’da yerleşmiş bir kültürün buraya ithal edilmiş halidir. Kendi çıkarları doğrultusunda kurdukları kurumlarda kendi işlerini görüyorlar. Özel sektörün sanata faydası şöyle olur. Yıllık proje fonu açarlar. Her yıl 50-60 sanatçıya finansal destek verirler, bu sanatçılar üretim yapar. Bu gerçek ilişkidir. Diğeri, şu an olan etkinliktir. Sanata destek yok ortada.


B.B.: Devlet desteği gerekli midir sanata?

B.M.: Kesinlikle. Kamusal para olmadan bu iş yürümez. Nitekim Türkiye'deki en karanlık nokta bu. Kamusal para yok. Anonim, kimliksiz para gereklidir. Gerçek bağımsız üretim kamusal parayla olur. Özel desteklerde isimler sanatı gölgeliyor.


B.B.: Türkiye’nin gündemi çok hızlı değişiyor. Toplumsal politik olaylar çok fazla. Bunlardan sanatçılar nasıl etkileniyor? Nasıl etkilenmeli?

B.M.: 1970’lerden beri ciddi politik içerikli sanat üretiliyor. Sanatçılar hiç bir zaman politikanın dışında kalmadılar. Fakat hiç bunlar gösterilmiyor. Bu gün birisi çıksın desin ben 30 yıllık Türkiye siyasal tarihini çağdaş sanat yapıtlarıyla göstereceğim desin. Sadece üretilmiş çağdaş sanat yapıtlarını dizerek yapabilir bunu. Dolaylı olmayan bir şekilde gazeteden okumaktan çok daha fazla etkilenerek görebilir insanlar. Çok ciddi politik üretimler yapıldı Türkiye’de.


B.B.: Bu noktada sanatçılar sadece üretim için mi kullanıyorlar bu konuları, aktif bir mücadele içinde göremiyoruz sanatçıları.

B.M.: Evet, zaten böyle olmalı. Aktivist sanatçılar vardır elbet. Fakat sanat esasen bir gösterge olarak ortaya çıkar. Siyasal gösteri değildir. Siyasetin göstergesi olarak sunulduğu zaman anlam taşır. Bir de hem yapıt üretip, hem sahada savaş vermek zor bir şey. Ama sanatçı örgütleri gidip siyasal partileri etkileyebilir. Yeni sistemler anlatabilirler. Bu ilginç olabilir.


B.B.: Koleksiyonerler genelde kar amacı güderek alım yapıyorlar. Bu tarz politik işlerin diplerde kalıp gösterilmemesi, talep görmemesi buna bağlanabilir mi?

B.M.:

Sen gerçekçi olarak söylüyorsun. Ekonomiyi eleştiren bir işi hiç bir şirket alıp duvarına asmaz. Birilerinin işine nasıl geliyorsa öyle. Çıkarlar her zaman önemli.


B.B.: Peki genç küratörlere ve küratör adaylarına tavsiyeleriniz var mı?

B.M.: Şu anda durum zor diye düşünüyorum. Ama yılmamak gerek. Kurulmuş bir kültür sanayi var. Geri gitmez bu noktadan. Geliştirmek için sabırlı davranmak lazım. Özverili olarak bir takım işlerde yer almak lazım. Para kazanmayı beklemeden projelerin içine girilmeli. Şu anda gruplarla ortaya çıkmak daha mantıklı. Hem daha çok ses getiriyor. Kolektif işler yapılmalı. Yurt dışı bağlantısı kurulmalı. Konuk öğrenci ve sanatçı programlarına katılmalılar.


B.B.: Genç sanatçıların üretimlerini nasıl buluyorsunuz?

B.M.: Yurt dışı deneyimi yaşamaları için daha fazla olanak sunulmalı. Çok çeşitli teknikler kullanabiliyorlar. Teknolojiyi aktif kullanıyorlar. Önemli işler üretiliyor. Genç sanatçılar bunları gösterme kısmında zorluk çekiyorlar. Özel sektör genç sanatçılar için daha cömert davranmalı. Farklı alanlardan okumalar yapmalılar. Felsefe öğrenmeliler. İstanbul’a çakılı kalmayıp farklı şehirlere gitmeliler.

B.B.: Gelecek projeleriniz var mı?

B.M.: 5. Çanakkale Bienali. Orada ekip lideri olarak yer almıyorum. Diğer herkes ne kadar çalışıyorsa ben de o kadar çalışıyorum.

B.B.: Eklemek istedikleriniz var mı?

B.M.: Çok memnunum. Senin gibi genç, akıllı ve bu işe gönül vermiş birine deneyimlerimi aktarmak çok güzel benim için. Benim en büyük görevim bildiklerimi sizlere aktarmak. Bu bilginin ben de kalmasının bir anlamı yok, paylaşmam gerek. Bana bu olanağı verdin. Teşekkürler.

B.B.: Ben Teşekkür ederim…

 
 
 

Comments


  • facebook
  • twitter
  • linkedin

©2018 by a little art. Proudly created with Wix.com

bottom of page